Alper Görmüş

17 Mayıs 2013, Cuma

Rüstem Batum

Rüstem Batum’u ilk olarak 1990’da televizyon aracılığıyla tanıdığımda, Özal’lı yılların ürünü, çok çalışan, çok kazanan, çok eğlenen yeni kentli kuşağın tipik bir temsilcisi gibi gelmişti bana... Bu önyargımı ancak 2007’de kırabildim.

Bazı insanlara dair zihnimizde oluşturduğumuz kanaatle o insanların hakikati arasında uçurumlar olabiliyor. Bazen de o insanlarla ilgili olarak zihnimizde oluşturduğumuz kanaat bir önyargıya dönüşüyor; işte o zaman onların hakikatiyle yüz yüze geldiğimizde büyük bir şaşkınlığa garkoluyoruz. Herkesin böyle tecrübeleri vardır, benim de var, fakat "hakikat"le yüz yüze geldiğimde uğradığım şaşkınlık, hiçbirinde, Rüstem Batum'un yarattığı şaşkınlık kadar büyük olmadı.

Yakın çevresini saymazsak, herkes gibi ben de onu ilk kez 1990'da, Türkiye'nin ilk özel televizyonu olan Magic Box'taki talk-show'uyla tanıdım. Kaç programını seyrettiğimi hiç hatırlamıyorum, belki hiçbirini tam olarak izlememişimdir ama önyargı işte, hükmümü vermiş, postayı kesmiştim Rüstem Batum'la: Bence o, Özal'lı yılların ürünü çok çalışan, çok kazanan, çok eğlenen ve bastırılmış hazlarının peşinde koşan yeni kentli kuşağın tipik bir temsilcisiydi...

Dönemin geçer akçesinin "bireysel özgürlük – farklılık – başarı etiği - hazcılık" olduğunu keşfetmişti; eh, zaten bu keşifle yola çıkan Cem Uzan-Ahmet Özal prodüksiyonu Magic Box'ın da onu keşfetmiş olmasından daha doğal bir şey olamazdı. Televizyonculuğa "alaylı" kategorisinden daldığını, herhangi bir eğitiminin olmadığını düşünmem, Rüstem Batur'a dair önyargılarımın başka bir yönünü oluşturuyordu. Oysa yıllar sonra neler öğrenecek ve ne kadar utanacaktım! Meğer benim "magazinci" bellediğim Rüstem Batum, sapına kadar politik, haksızlıklara, adaletsizliklere karşı mücadele eden bir aktivistmiş!

Adam meğer neymiş!
Aynı yılda (1952) dünyaya geldiğimiz bu adam, 11 yaşında Saint Joseph Lisesi'ne yatılı öğrenci yazılmış. Ona dair beni utandıran ilk bilgi, sinemayla, televizyonla bir ilgisinin olmadığına hükmettiğim Batum'un daha 13 yaşındayken okulda bir grup arkadaşıyla "sinema kulübü" kurduğu bilgisi oldu. Meğer daha o yaşta "büyüyünce" sinema tahsil etmeyi kafasına koymuş.

Nitekim lise biter bitmez sinema-televizyon okumak üzere Belçika'ya, Brüksel'e gitmiş. Mezuniyet tezinin başlığı da "Az Gelişmiş Ülkelerde Televizyonun Toplum Üzerindeki Etkisi" imiş. 1976'da mezun olduktan sonra Türkiye'ye dönmüş ama kısa zamanda Türkiye'de Belçika'da öğrendiklerini uygulayacağı bir ortamın olmadığını anlamış. Planlanan olmayınca tesadüfler girmiş devreye ve Batum'un 1980'e kadarki mesleği 1976'da şekillenmiş: Reklam filmi yönetmenliği. Bu tesadüfün Batum'un karşısına hangi surette çıktığının ayrıntısına biraz bakmalıyız, çünkü onun karakterinin bir bölümünü oluşturan unsur ("gıcıklık", "çıkıntılık") ilk olarak orada çıkıyor karşımıza...

Batum işsiz güçsüz dolaşırken, dönemin reklam dünyasının en ünlü isimlerinden, Reklamcılar Derneği Başkanı ve Türkiye'nin en büyük reklam ajanslarından birinin sahibi Atilla Öğüt arar onu. Sinema tahsil ettiğini bir arkadaşından öğrendiğini söyler ve reklam filmi yönetmeni olarak kendisiyle çalışıp çalışmayacağını sorar. Batum, kafasındaki cümleyi ("Ne reklamı ya, ben solcuyum") muhatabına söylemez ama önerilen işi küçümsediği izlenimini vermeden de edemez. Bunun üzerine Öğüt ona yaşını sorar, "24" cevabını alınca şöyle der:

"Ne ukala adamsın sen ya.. Ben senin baban yaşındayım, Türkiye'nin en büyük ajanslarından birinin sahibiyim, sana zahmet edip telefon ediyorum, sen benimle böyle konuşuyorsun... Yarın şu saatte şuraya gel, yarım saat konuşalım da kararını öyle ver." Epeyce utanmıştır Batum, ertesi gün denilen yere gider ve 100'den fazla reklam filmi çevireceği dört yıllık reklamcılık macerası böylece başlar. Biraz sonra, Rüstem Batum'un karakterinin bir parçasını oluşturan, yer yer "gıcıklık" boyutlarına varan müdanasız tavrının bir örneğini daha göreceğiz; üstelik bu kez bu tavra maruz kalacak kişi eski cumhurbaşkanı Turgut Özal'dır.

Los Angeles... Oscar, Grammy törenleri...
1980 darbesinden hemen sonra ABD'ye, Los Angeles'a gitti ve oraya yerleşti. Hayır, aranmıyordu, sadece darbeden "nefret ediyor"du ve darbe yemiş bir ülkede yaşamaya devam etmek istememişti. Los Angeles'ta esas işi profesyonel fotoğrafçılıktı, bir yandan da dünyanın en büyük fotoğraf ajanslarından biri olan SIPA'nın Los Angeles muhabiriydi.

Ona Oscar ve Grammy törenlerini izleme şansı veren SIPA'nın sahibi Gökşin Sipahioğlu'nun, Türkiye'yi 6-7 Eylül Olayları'na taşıyan "Atatürk'ün Selanik'teki evi bombalandı" haberinin "yaratıcısı" olduğunu bilseydi, yine de onunla çalışır mıydı? Fatih Vural, yıllar sonra kendisine bu soruyu sorduğunda cevabı şöyle olacaktır: "6-7 Eylül Olayları'nda Gökşin Sipahioğlu'nun parmağı olduğunu bilmiyordum. Yıllar sonra öğrendim. Bunu yaptığını bilseydim, SIPA'da çalışmazdım. Gökşin Sipahioğlu, babamın okul arkadaşı. Öyle olunca, bazı şeyleri kaçırıyorsunuz. Öğrenince çok rahatsız oldum." Rüstem Batum 1986'da tekrar Türkiye'ye döner...

O döndükten birkaç yıl sonra Türkiye'de ilk özel televizyon kurulur: Sonradan Star TV'ye dönüşecek olan Magic Box. Cem Uzan 1990'da kendisine birlikte çalışma teklif ettiğinde, ona, Türkiye'de henüz bilinmeyen talk-show yapmak istediğini söyler. Böylece Türk halkı sonradan çok aşina olacağı "talk-show" sözcüğüyle ilk kez karşılaşmış olur.

Batum, Uzan'la üç aylık bir sözleşme yapar ve işe koyulur. Birinci ayın sonunda işin rengi belli olmuş, program umulmadık bir başarı sağlamıştır. Batum bir anda Türkiye'nin en çok konuşulan kişileri arasına girmiştir. Bu arada kurt işadamı Cem Uzan kokuyu almış, Rüstem Batum'u iki yıllığına "kapatmak" üzere hamlesini yapmıştır. Üç aylık sözleşme bitmeden önerdiği iki yıllık sözleşmede ücret maddesinde dudak uçuklatan bir rakam vardır: Önceki ücretin 10 katı.

Fakat "tazminat" maddesi daha da ilginçtir: Batum, iki yıl bitmeden programı bırakırsa, o güne kadar kazandığının 100 katını tazminat olarak ödeyecektir: "Herkes imzalıyor, dedi. Ben imzalamam, bu esir sözleşmesi, cevabını verdim. Bana, parayı veren düdüğü çalar deyince, ben de, nah çalar, dedim, vurdum kapıyı, çıktım.

" Ben bunları bilmiyordum tabii... Keza, Show TV'nin kurulmasından sonra yeniden başladığı talk-show'unda konuk listesinin ilk sıralarını "Devlet televizyonuna çıkması yasak olanlar" kriterine uygun olanların işgal ettiğini de bilmiyordum: Ahmet Kaya, Bülent Ecevit, Uğur Mumcu... Bilmiyordum ve Rüstem Batum önyargım devam ediyordu. Hiç kuşkusuz Show TV'deki programın en unutulmaz konuğu Cumhurbaşkanı Turgut Özal olmuştu... Rüstem Batum, nasılsa kabul etmez diye hiç teklif etmemişti, fakat ilginç bir biçimde teklif Özal'ın kendisinden gelmişti. Batum Bodrum'daydı Cumhurbaşkanı onu yazlığından aradığında...

"Gel hemen konuşup planlayalım" deyip de "Ben İstanbul'a gidiyorum, sonra ararım sizi" cevabını aldığında Özal ilginç bir kişilikle karşı karşıya olduğunu anlamış olmalı. Fakat bu hiç sorun teşkil etmemiş, Özal ilk buluşmada olduğu gibi programda da Batum'u şaşırtan rahat, samimi bir performans sergilemiş, sıradan bir insan gibi davranmış...

Batum'un Özal'a karşı bütün antipatisi ve önyargıları o buluşmalardan sonra ortadan kalkmış. Benim Rüstem Batum önyargım ise, inanmayacaksınız ama, taa 2003-2006 arasındaki "Söylenmeyenler" programına kadar devam etti... Yine de, 2007'de Nokta dergisi kapatıldığında, Batum'u Nokta'yı İstiklal caddesinde satanların en ön sırasında gördüğümde şaşırdığımı hatırlıyorum. Anladım ki, Rüstem Batum'un nasıl biri olduğunu hâlâ anlayamamıştım. Şimdi düşünüyorum da, kendime "yuh" diyesim geliyor.

SON DAKİKA